Yorumlar

Suriye İsyanının Başlangıcından Günümüze İdlib

Suriye'nin kuzey batısında Halep ile Lazkiye arasında kalan ve Türkiye ile uzun bir sınıra sahip olan ve 'yeşil İdlib' olarak bilinen kent; sanayi kenti Halep ile Liman şehri Lazkiye arasındadır. Yüzölçümü bakımından Suriye'nin 8., nüfus bakımından ise 5. büyük ilidir. İdlib uzun bir dönem Halep'e bağlı olarak kalmıştır. Kent 1883 yılında; büyük bir pazarı, zeytinyağı sabunu üreten 15 fabrikası ve renkli boya üretimi ile öne çıkmıştır. Bunun yanında 1890 yılı kayıtlarına göre İdlib 14 Mescit ve 90 Medrese ile ilmi hayatta da varlığını göstermeye başlamıştır. Fransız manda döneminde ilk defa pamuk ekimi başlamıştır. Kentin devrimden önce başlıca geçim kaynakları ticaret, ziraat (kimyon, susam, zeytin) ve son yıllarda artan bir trendle barındırdığı eski medeniyetlere ait eserleri (M.Ö Ebla Krallığına ait eserler[1], İslami dönem eserleri, Memlük ve Osmanlı Camileri ve halk hamamları) ile Turizmdir. İdlib 17. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Cisr el-Şuğur'a daha sonra Eriha'ya bağlı iken 1812 yılında kaza yapılmış ve 1958 yılında Cemal Abdülnasır'ın ziyareti sonrası il merkezi olarak kabul edilmiştir.[2] 2010 yılı sayımına göre kent merkezinin nüfusu 165 bin olup, kentte Araplar, Türkmenler ve Kürtlerin yanısıra Hristiyan ve Dürziler de yaşamaktadır. Hafız Esad'ın, döneminin ilk günlerinde gerçekleştirdiği geziden hoşnut ayrılmaması ve kentin kendisine karşı olan soğuk tutumu nedeniyle rejim tarafından uzun yıllar görmezden gelinmiş ve kent yatırımlardan mahrum bırakılmıştır. Kentin %90'ı Sünni olmasına rağmen Hafız Esad döneminden beri Dürzi Valiler tarafından yönetilmiştir. 2011 Mart ayında başlayan halk ayaklanmalarına Dera'a'dan sonra hemen katılmış, önce kırsalda başlayan gösteriler kısa zaman sonra kentin her noktasına ulaşmıştır. Ancak Suriye ordusunun kente girmesi ve gösterilere şiddetle müdahale etmesi nedeniyle birçok insan hayatını kaybetmiştir.[3]

2011 yılında başlayan gösterilerin akabinde şehri kontrolü altına alan rejim güçleri ile Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) arasında çatışmalar 4 yıl sürmüştür. 2015 Mart ayında 'Fetih Cephesi' adıyla Ahrarı-ı el-Şam, Nusra Cephesi, Liva el-Hak, Şam Tugayları, Cund el-Aksa, Ceyş el-Sünne, Ecnad el-Şam ve Feylak el-Şam gibi grupların oluşturduğu muhalif ordu 28 Mart 2015'te İdlib'i Rejim güçlerinden almıştır. İdlib rejim kontrolünden çıkan ilk kent merkezi olma özelliği taşıması bakımından Suriye iç savaşının önemli dönüm noktalarından birini teşkil etmiştir (Rakka kent merkezi daha önce DEAŞ tarafından alınmıştır. Ancak bu "muhalifler" olarak tanımlanan grupların bir tasarrufu değildi).

İdlib' in Alınmasından Sonra Kentte Genel Durum

Suriye muhalif örgütlerinin 2011 yılından itibaren sürdürdüğü silahlı mücadelede ilk defa bir kent merkezi tamamen muhaliflerin kontrolüne geçmiştir. Kentin Esad rejiminden alınmasının akabinde Suriye Geçici Hükümeti Gaziantep'te olan karargâhını İdlib'e taşımak istemiş, ancak bu talep 'Fetih Cephesi' bileşenlerinden Nusra Cephesi ve Cund el-Aksa tarafından reddedilmiştir. Muhalifler, yapılan toplantılardan sonra  2 Nisan 2015'de kentin belediye ve diğer sivil işlerini 'Fetih Cephesi' bileşenlerinden oluşturulacak bir komisyonun yönetmesine karar vermiştir.[4] Komisyonda üyeler askeri ağırlıklara göre dağıtılmıştır. Buna göre;

Ahrar-ı el-Şam:7

Tahrir el-Şam: 5

Şam Askeri Tugayları: 3

Cund el-Aksa: 2

Feylak el-Şam: 1 üye ile temsil edilmiştir.

İdlib'in alınmasının akabinde kentte görevli, işleri halk arasında çıkan sorunları cari hukuk üzerinden çözmek olan rejim dönemi yargı mensupları (3 Hâkim) Nusra Cephesine yakın Cund el-Aksa askerleri tarafından kaçırılmış ve şer'i hukuk haricinde karar verdikleri gerekçesi ile idam edilmiştir. Cesetleri şehrin dışında bulunan hakimlerin öldürülmelerinin sorumluluğunu hiçbir grup almamıştır. Kenti yöneten komisyon daha sonra Şer'i hâkimler atayarak yargı erkini yürütmeye çalışmış ancak kent eşrafının büyük çoğunluğunun isteği olan 'savaş sonrası yağma yapan askerlerin (Cund el-Aksa askerleri) yargılanması' talebi karşılanmamıştır. [5]

Komisyon kentin güvenliğini sağlamak için de polis kuvveti oluşturmuştur. Bu polis kuvveti kent içinde kontrol noktaları oluşturarak özellikle bomba yüklü araçların kente girişini engellemeye çalışmış, ancak yeterli ekipmanın bulunmayışı ve devam eden hava bombardımanı kentte tam anlamıyla sükûnet sağlanmasını engellemiştir. 

Muhalif grupların oluşturduğu komisyon İdlib'de bulunan üniversite hocaları ile danışma meclisi toplantıları yaparak yeni bir eğitim sistemi belirlemeye çalışmıştır. Bunun için okulların onarılması ve yeni eğitim kurumları yapılması planlanmış, ancak bu toplantılarda alınan kararlar mezkûr sebeplerden dolayı hayata geçememiş ve rejimin eğitim müfredatı, müzik, sanat ve milliyetçi eğitim çıkartılarak uygulanmaya konmuştur. Kentte görev yapan öğretmenlerden bir kısmı İdlib kurtarıldıktan sonra dahi, eğer haklarında bir tutuklama kararı yok ise maaşlarını Hama'ya giderek rejimden almaya devam etmişlerdir. Maaşlarını rejimden alamayan öğretmenlerin maaşları ise halkın kendi arasında topladığı paralardan verilmeye çalışılmıştır.

İdlib'in alınması ve daha sonra yönetilmesinde etkin iki grup olan Ahrar el-Şam ile Tahrir el-Şam arasında, Cund el-Aksa'nın Tahrir el-Şam'a katılmasıyla 2016 yılında çatışma yaşanmıştır. Ahrar el-Şam'ın diğer bazı muhalif gruplarla birlikte Türkiye'nin talebi ile doğu Halep'i boşaltmasının Tahrir el-Şam tarafından ihanet olarak görülmesinin Ahrar ile Tahrir arasındaki sorunlarda önemli rolü olduğu düşünülüyor. El Kaide ile irtibatını kopardığını söyleyerek ismini değiştiren Tahrir el-Şam örgütü 2017 Temmuz ayında Ahrar el-Şam karargâhlarını ele geçirmiş, özellikle İdlib kentinin büyük bir kısmını elinde bulunduran Ahrar el-Şam örgütü Cisr el-Şuğur başta olmak üzere İdlib kuzeyi ve Türkiye sınır kapısı Bab'ul Heva da dâhil olmak üzere sınır hattını Tahrir el-Şam'a devretmek zorunda kalmıştır. Ahrar el-Şam hareketi bu yenilgiden sonra İdlib güneyi ve Şam kırsalında varlığını devam ettirmeye çalışmıştır.

2016 sonlarında Halep'in rejim güçlerinin eline geçmesinin ardından Türkiye, Rusya ve İran arasında varılan mutabakatla Suriye genelinde Tahrir el-Şam ve DAEŞ'in hariç tutulduğu, ateşkes sağlamaya yönelik Astana görüşmelerinin başlaması kararlaştırılmıştır.

Astana'da 14-15 Eylül'de düzenlenen Suriye konulu 6. toplantıda Türkiye, İran ve Rusya'nın İdlib'de askeri polis kuvveti bulundurması karara bağlanmıştır. Buna göre İdlib merkezine Türk askeri, Esad rejimi ve muhalifler arasına (güney bölgesi) ise Rus askeri yerleşecektir. Astana görüşmelerinin Tahrir el-Şam ile mücadeleyi öngören 8. bendini ABD'nin DAEŞ ile mücadele özel temsilcisi McGurk'un temmuz ayında yaptığı değerlendirme ile okumak gerekmektedir. İdlib'in 'El Kaide liderlerinin sığınağı olduğunu' söyleyen McGurk, bu kişilerin kente girebilmesi ve burada kalabilmesinin de Türkiye'nin suçu olduğunu ileri sürerek Türkiye'ye karşı son dönemde yürütülen karalama kampanyasına yeni bir örnek eklemiştir.[6]

Bununla beraber Türk askerinin İdlib'e gireceği Astana görüşmesi sonrası kesinlik kazanınca Tahrir el-Şam Örgütü bir bildiri yayınlayarak, Rusya ile iş birliği yapanları (Astana Süreci ile ÖSO ve Türkiye kastediliyor) tehdit etmiştir. Ancak daha sonra Türk askeri gözlem heyetine sınırda refakat etmiş, heyetin güvenliğini sağlamıştır. Bu süreç, Türkiye'nin ikna yolu ile bu bölgelerde konuşlanacağını ve doğrudan bir çatışmaya taraf olmak istemediğinin göstergesidir. İlk Türk askeri polisleri İdlib kuzey doğusunda bulunan Dar'ul İzze'ye yerleşmiştir. Türk güvenlik güçlerinin İdlib içlerine doğru veya kent merkezine nasıl konuşlanacağı veya bunu Fırat Kalkanı bileşenleri ile mi yapacağı belli değildir.

Türkiye'nin önünde Tahrir el-Şam örgütü bağlamında iki meydan okuma vardır. Bunlardan birincisi, Tahrir el-Şam ile silahlı mücadeledir. Astana süreci aktörleri ve ABD Türkiye'den Tahrir el-Şam örgütü ile mücadele etmesini ve İdlib'ten çıkarılmasını istemektedir. Rusya, Astana süreci ile birlikte Türkiye'nin Suriye sahasına dönmesini sağlamıştır ve Afrin'e olası bir müdahale de Rusya'nın tavrına bağlıdır, zira Afrin'de az sayıda da olsa Rus askerleri vardır. ABD ise özellikle Türk askerinin İdlib'te konuşlanmasından sonra 'Tahrir el-Şam Örgütü'nü Türkiye'nin PYD ithamlarına karşı kullanabilecektir. Türkiye kendisi için asıl tehdidi PKK/PYD'nin konuşlu olduğu Afrin'de görmektedir, ancak Afrin'e olası bir müdahale Türkiye'nin İdlib'te Tahrir el-Şam'a karşı nasıl bir politika izleyeceği ile yakından ilgilidir.

İkincisi ise Türkiye'nin Tahrir el-Şam'ın tasfiyesini nasıl yapacağı konusudur. Ahrar-ı el-Şam'ın bir hafta gibi kısa bir sürede Tahrir el-Şam karşısında yenilmesi esasen bu örgüte karşı muhalif oluşumların kökten çözüm olmadığını göstermiştir. Tahrir el-Şam, ideolojik motivasyonu yüksek bir örgüt olmasının yanında bir toprak parçasını (İdlib) hâkimiyeti altında bulundurmasının da getirdiği avantajlara (eleman devşirme ve lojistik) sahiptir. Türkiye için son kertede İdlib operasyonu, askeri seçeneğin masada bulundurulduğu ancak asıl omurgasını Türkiye'ye müzahir unsurların oluşturduğu muhalif gruplar ile Tahrir el-Şam üzerinde baskı kurarak örgüt bileşenlerinin ayrılmasını sağlamak ve örgütü minimize etme amacını taşımaktadır.

 

----------------

Dipnotlar

[1] https://www.syr-res.com/article/7725.html

[2] https://marefa.org

[3] http://www.aljazeera.net

[4] http://www.shaam.org/news/syria-news

[5] https://www.zamanalwsl.net/news/article/62432 (Suriye Hür ve Bağımsız Yargı Meclisi Beyanı) 

[6] https://www.amerikaninsesi.com/a/amerikali-ozel-temsilciden-idlib-uyarisi/3963263.html